Adı ve Soyadı : Prof. Dr. Hüsamettin Koçanoğlu
Mesleği : Akademisyen
Yazan : Faruk Nafiz Kılıçalan
Tarih :
" 'Milli sanat diye bir şey yok' Şu günlerde bizim fakültede tartışıldı. Geleneksel Türk sanatları bölümümüz var... Bunun başındaki Türk'ükaldıralım dediler. Ben çok şaşırdım. Niye dedim. İşte, geleneksel sanatlar desek daha yereli tarif etmez mi, falan ilan dediler. Sonradan öğrendik ki, bu Türk kelimesi özellikle konmuş, eğer Türk denmez ise, tüm bu İslam kökenli sanatlar Arap hanesi altında anılacak. Böyle bir üst başlık koyarak onun altında toplamak mümkün. Ama çağdaşlık bunu çok fazla içselleştirmiyor. Onun için ulusal sanatımız diyebiliriz.
Ama bu bir hazine gibi bir şeyden söz edebiliriz, bizim ulusal sanatımızın şu yanı vardır diyebilmek için, bizim bu ülkede yetişen insanların kendi hayatlarından yola çıkmaları lâzım. Bunları birbirine bağlayacak şey; eğer hayatlarından yola çıkarlarsa o öyküdür, o renktir, o tattır, o lezzettir diye düşünüyorum. Çağdaş Türk Resmi diyebiliriz ama, Ulusal Çağdaş Türk Resmi dediğimiz andan itibaren başka bir tanım gerektiriyor. Onun için bu çeşitliliği dışlayan bir şey. Eğer ben bu kültürden geliyorsam, benim temelimi bu kültür oluşturuyorsa ve ben bu kültürle dünyayı algılıyorsam benim yaptıklarım da bu olacak diye düşünüyorum.”
Diye, kendini anlatmış.. milli sanat kavramını anlatımıyla, entelektüel bilgi ve birikimini sergilemiş. Bir Bayburtlunun köyünden, ülkenin en büyük kentinde, hatta ülke çapında kendi çabası ve hüneriyle nasıl büyük işleri başarabileceğini... özellikle sanat camiasında kendini nasıl kabul ettirdiğini gururla gökkubbimize perçinlemiş.
Hüsamettin hocamız; “Büyük bir paradoks gibi gözüküyor. Ama bir şeyin altını çizmek lazım. Türkiye'de kırsal alanlardan gelen insanlar büyük merkezlerde söz sahibi olabiliyor ve büyük bir ülkenin en üst mertebelerine çıkabiliyorlar. Doğrusunu isterseniz, Türkiye Cumhuriyeti ideolojisi, halk temeline dayalı bir ideoloji. Cumhuriyet, halkın birikimlerine en üst mertebede kapı ve ufuk açtı diye düşünüyorum. Belki benim dedem bunu hiç akıl etmezdi. Babam da hiç akıl etmezdi. Onun için Bayburt'ta doğup İstanbul'a gelmek Güzel Sanatlar alanında eğitim görmek oradan dünyaya açılabilmek elbette ilginç bir macera, ilginç bir yolculuk.”
Diye de; aidiyetine, kültürüne, lokal birikimlerine ne denli bir derinlikle vakıf olduğunu ve kazanımlarını çok şuurlu ve planlı olarak gerçekleştirdiğini anlatmış.
Değerli dostlar yine memleketimizin yetiştirdiği ünüülke sınırlarını aşmış bir değerli hemşerimizle başbaşayız.. Yukarıdaki paragıra larda kendisi ve öngördüğü, dünya pro ilinde sizden biri olduğunu haykıran bu değerli sanatkâr hemşerimiz; belki de memleketin tarihindeki en önemli olayın veya projenin sahibi, baş aktörüolarak şu anlamlı sözleri ifade ediyor: ''Bizim projenin temellerinde kültürel tasa var. Bizde bir ikilem söz konusu.
İnsanlar gelenek ve gelecek kavramlarını düşman sayıyorlar. Gelenekçi grubumuz yeniyi tehdit olarak algılar. Bu, kültürün ölümüdemektir. Bu proje, hem katı gelenekçiliğe hem de geleneğe karşı çıkan ikri bir araya getiren bir proje olarak doğdu. Alt ve üst kültürü burada herhangi bir hiyerarşik tabana oturtmadan, insanoğlunun arayışı olarak kabul ediyor ve sergiliyoruz. Burası bir vakıf. Burada atölyelerimiz var. Bu müzeyi babama, anneme ithaf ediyorum. Bu proje bizim gibi kırsal alandaki başka projelerin doğmasına neden olacaktır.''
Kimseye sormadık, dostlarına, yarenlerine, arkadaşlarına ve akrabalarına, sormaya da hacet olmadığı aşikar, o yaptıklarıyla zaten kendini ifade etmiyor mu… Kendi mütevazı maddi birikimi ve kişisel yeteneği, bilgi ve kariyeri ile dünyada ilklerden, ülkemizde de ilk olan; köye müze yapma veya açma ütopyası, hayalini gerçeğe çevirme erk ve hevesi.. sanatevi, istişare yapılacak bir mekan hatta bir düğün veya nikah yapılacak ortam; sosyal aktivitelerin, ulusal ve uluslararası yapılabilecek sempozyum ve toplantılar ile bilimsel gözlemlerin ifade edileceği güzide ve sakin bir yer ortaya koymak herhalde yine bir Bayburtluya nasip olacaktı.. işte o da olmuş ve bunu Hüsamettin Koçan bey gerçekleştirmiştir. Kısaca hayat hikâyesi dostlarım:
Ressam,akademisyen. 1946 da Bayburt Baksı Köyü'nde doğdu. Lise ve üniversite yıllarında köyü ile bağlantısını hiç koparmayan Hüsamettin Koçan'ın köyle ilişkisi üniversite bitip hayat gailesi başlayınca kopmuş; ancak babasının vefatıyla bu bağyeniden kurulmuş. “Babam, ölürse kendisini köye götürmemi istermiş gibi geldi bana ve onu ölünce köye götürdüm. Geri dönerken Neden babam bunu istedi? diye çok düşündüm. Sık sık ziyaret ettim sonra" diyen, Koçan, Baksı Müzesi'nin kişisel dünyasındaki anlamını da şöyle açıklıyor: "Zaman içerisinde şunu öğrendim: Biz sanatçılar bir sürüşeyden etkileniyoruz; ama bizim için en önemli şey, öz yaşamımızdır. O z yaşamıyla hesaplaşıp onu iyi anlamadan özgün bir şeyler yapmak kolay değil. Çünkü 'özgün iş'i bizatihi kimliğimizden buluyoruz. Dahil olduğumuz toplumsal yapıyla ve görüşle onu karıştırıyoruz. Oysa, aynı toplumsal yapıda olduğumuz insanlarla duyuş farklarımız var bizim. Duyuş farkları öz hayat hikayemle benim aramda bir ilişki kuruyor. Bir bakıma kendi hayatımı ve kendi tarihimi yeniden keşfetme anlamını taşıyor proje benim için.”
Sözün başladığı ve bittiği yerde söylenecek şu güzel ve anlamlı sözüile ne derece kendini bilen ve geleceği şekillendirme yeteneğine sahip bilinç ve evsafta olduğunu söylüyor: "Kendisi olmayanın sözü olamaz!" bu anlam ve mana bütünlüğüne ve esasen yaşanan bireysel ve toplumsal sıkıntılarımızın kaynağı sayabileceğimiz ve son derece isabetli bir teşhis ve tedavisinin de ifadesi bu cümleden sonra bizim ilave edebileceğimiz sadece, Hüsamettin ağabeyimize ahir ömründe sağlık, sıhhat, afiyet ve huzur dileklerimizi sunmaktır vesselam..
0 0